Ölüm Yolu Bile Mükemmel Bize

9 yıl önce

Ölüler diyarı burası: Öyle karanlık ve ürpertici azapların bulunduğu gelinmek istenmeyen bir yer değil; tasarımıyla insanı büyüleyici, hayret verici bir yer. İnsan minnettarlığını gizleyemiyor ve diz çöküyor bu muhteşem tasarım harikası diyarın verdiği özgürlük karşısında. Tabiattan ilham alınarak tasarlanmış sanki. Her bir dokunuşta bana bir şeyler anlatılmaya çalışılmış, sanat eseri çıkarmaktan başka. Neden yaşadığını sorguluyor insan; ölmek varken ve en muhteşemi, o bilindik insanı sıkboğaz eden "ben" diyen yaratıklardan da yok burada. Hatta.! Hatta içinde kaybolduğumuz; bir lokmacık bizi, çiğnemeden yutan zaman diye yarattığımız o algı da.

Ölüler diyarı burası: Yaşarken ölenlerin, tabiatın henüz gökken olgunlaştırdığı, yüzü tutsa da tutmasa da kendileriyle yüzleşenlerin diyarı. Gençken büyüyenlerin, bambaşka zamanlarda yaşayanların diyarı.

Kahkahanın doldurduğu o gözler bir şey görüyor ve ardından bir bilinmezlik çöküyor insanın omuzlarına. Neşenin bulunduğu o yüz birden bire kasvete bürünüyor. Bu bilinemezlik, korku dolu! Acizlik: boyun eğme! İşte bu duygu, o tüm özgürlüğü defediyor o bedenden. Özgürlüğün kana kana içmek için büyük kadehlerde sunduğu huzur, ürkerek buharlaşıp gidiyor. Ve yerini mideni kaldıran kusmak isteyip kusulamayan bir şüphecilik dolduruyor...

Kaçmak istiyorum bu hazınlıklı yerden. Başarıyorum. Geldiğim yer, burası ölüler diyarı: onu sıkboğaz eden o yaratıklardan kurtulanların diyarı. Varolan her cisim bana beni anlatıyor. Gerçeği, alğıladığım benden önce algılanmış ve bir yerlere not düşülmüş o gerçeği: hakikat! Ne kadar da saf, sair her şeyden daha pürüzsüz. Azad edilmiş iradeden. Koparılmış yaşama hırsından, doymak bilmez oburluktan. Tutuyorum hakikati avucumun içinde. Muhteşem kanatları var. Antenleri, gözleri buzlu cam gibi. Uçup gitmek istiyor o salına salına rüzgâra divane olmuş kanatlarıyla. "Dur çırpma!" diyesim var. "Gitme yanımda kal." Dinlemiyor bile beni. Uçup gidiyor...

Hiçbir şey onu telaşlandırıp heyecanlandıramaz artık. Bizi dünyaya bağlayan ve bizi (kaygı, yakıcı arzu, öfke ve korku dolu olan bizi) sürekli acı içinde ileri geri sürükleyen binlerce istenç bağı: o hepsini kesip paramparça etti. Gülümseyerek geriye, şu anda oyunun sonuna gelmiş bir satranç oyuncusu gibi kayıtsızca önünde duran bu dünyanın düşsel görüntüler geçidine bakıyor. - Arthur Schopenhauer

Müzik Clint Mansell'in Kronos Quarted ve Mogwai'ninde katkılarıyla The Fountain(Kaynak) isimli filme yaptığı soundtrack'i (fon müziği)dir.
Resim Kaynağı: dm7dragonfyre.deviantart.com

Benzer Yazılar

Gün Batımı